Gezi Olaylarına Pazarlama Dünyasından Bakış

Gezi olaylarının ardından Marketing Türkiye yazarlarından Yiğit Kulabaş pazarlama açısından yaptığı çıkarımları okurları ile paylaşmış. O yazıdan alıntıları sizlerle paylaşmak istedim.

Globalleşme: Diğer occupy hareketlerine selam vererek başladı Gezi hareketi. Hem çevrecilik vardı işin içinde hem de tüketim/AVM çılgınlığını protesto etmek. #occupygezi hashtag’inin kullanılması kelamın bütün dünyaya aktarılabilmesi için çok etkili oldu. 

Bilmeyenler için küçük bir not düşelim: İlk occupy hareketi 2011 yılında Adbusters isimli Kanadalı tüketim karşıtı bir organizasyon tarafından tetiklendi. “Anti-consumerism” akımının liderlerinden olan bu oluşum “Bugün bir şey alma” (Buy Nothing Day), “Bu hafta televizyonu kapat” (TV Turnoff Week) gibi uluslararası kampanyaları da yürütüyor. Zaman zaman “subvertisement” teknikleriyle popüler reklamların çakma versiyonlarını yaparak dalga geçiyor. İki ayda bir yayınlanan bir de dergileri var. 

13 Temmuz 2011 tarihli blog yazılarında ilk defa #occupywallstreet hashtag’ini kullanıp, Wall-Street’in barışçıl bir şekilde işgal edilmesini öneriyorlar. Fikir 2 ay sonra hayata geçiyor ve aktivistler 17 Eylül’de Zucotti Park’ı işgal edip, çadırlarıyla yerleşiyorlar. O gün bugündür, occupy fiilinin bambaşka bir anlamı var. 

Pek çok İstanbullu “#occupy”ı Mayıs 2013 sonlarında duysa da, dünyada benzeri eylemler onlarca ayrı şehirde tekrarlanmış durumda. Hepsinin ortak paydasında barışçıl, silahsız ama çok güçlü kitlesel bir tepki; tüketim çılgınlığını, kapitalizmi protesto etmek; Y kuşağı; sosyal medya ve ortak akıl var. 

Yine her eylem benzer bir şekilde tepki görüyor - ana akım medya ve devlet önce görmezden geliyor olayları; sonra medya konunun yadsınamayacak kadar önemli olduğunu idrak ederek yayına başlıyor; polis güçleri müdahale ediyor olaylara. 

İlk çıkarımımızla başlayalım isterseniz: 

Aslında globalleşme tahmin ettiğimizden çok daha kolay… Aynı dili konuşarak başlıyor her şey. Bugün hala global markalar yaratmakta zorlanan ülkemizden böylesine bir hareketin çıkıp kısa sürede dünyada ses getirmesi, başta Brezilya farklı ülkelere ilham vermesi dikkate değer olgular. 

Belki sadece #direngezi denseydi bu kadar hızlı ve etkili bir şekilde dış dünyaya yansımayacaktı hareket. Y Kuşağı: Vesileyle yıllardır konuştuğumuz, anlatmaya çalıştığımız Y kuşağı terimini duymayan kalmadı memlekette. 

6-7 Haziran’da Konda tarafından yapılan araştırmaya göre eylemcilerin yaş ortalaması 28. Yüzde 93.6’sı bir grubu temsil etmediğini, sade vatandaş olarak geldiğini söylüyor. Yüzde 44.4’ü bugüne kadar hiç eyleme katılmamış. 

Yıllardır apolitik olmakla itham edilen, biraz da göz ardı edilen bu büyük kitlenin özellikleri enine boyuna tartışılmaya başlandı. Özgürlüğe düşkünlükleri, bireysellikleri, buna rağmen toplu hareket etmeye yatkınlıkları, yaşıtlarına ve ailelerine bağlılıkları, adalete, dengeye olan inançları, neden sorusunu sorma sıklıkları, yaratıcılıkları, sonuçtan çok sürece odaklanmaları bolca konuşuldu.

Bir önemli nokta da Ortak Akıl… Kimsenin lider olarak öne çıkmak istemediği, yıldızlaşmadığı, herkesin fikirleriyle kararlara katkı sağlayabildiği farklı dünyalar olabildiğini de gösterdi Y Kuşağı bizlere. Ortak akıl sayesinde doğruyla yanlışın çok hızlı bir şekilde ayrıştığı, yanlışların sistem dışına atılabildiği, gelişmelere göre kendini hızla yenileyen bir ortam sağlandı. İ

kinci çıkarım: Ortak akla dayalı hemen hiçbir çalışma yapılmıyordu ülkemizde. 

Halbuki crowdsourcing çok önemli bir akım bütün dünyada. Wikipedia’yı var eden dinamik... Spotify bu yöntemle destek veriyor kullanıcılarına, Amazon bu sayede çalıştırıyor tavsiye makinasını. Türkiye’nin Y kuşağı çıtayı bir aşama yukarı çıkartarak, crowdsourcing’i Gezi hareketi ile sokağa taşıdı. 

Modelin sadece sanal alemde değil, gerçek dünyada da işleyebileceğini gösterdi. Pazarlamacıların ve iş dünyasının ortak akla yatırım yapmasında, crowdsourcing üzerine kurulu yeni iş modelleri geliştirmesinde, Y kuşağını yeniden keşfetmesinde fayda var. 

Sosyal Medya: Yine aynı araştırmaya göre katılımcıların %69’u olayı sosyal medyadan, yüzde 15.4’ü arkadaş ve tanıdıklarından, %8’i internet haberlerinden, %7’si ise TV’lerden duymuş. 

Türkiye’de ilk defa sosyal medyanın ana mecra olduğu bir durumla karşı karşıyayız. Twitter ve Facebook her zamanki gibi yükselen yıldızlar. Hatta bu sefer Twitter’ın bir adım önde olduğunu söyleyebiliriz. Twitter’ı anlamsız ve gereksiz bulan binlerce kişi son 2-3 hafta içinde sisteme dahil oldu. 

Burada tespit yapmaya bile gerek yok, ama yine de not düşelim. Sosyal medya her geçen gün daha da güç kazanıyor. Şirketlerin medya planlama stratejilerini gözden geçirip, pazarlama bütçelerini yeniden dağıtmasında fayda var. Zira görüldüğü üzere klasik mecraları kullanmadan da kitlelere ulaşılabiliyor. 

Karakterler: Yıllardır çoğu firma marka yüzü olarak bir ünlüyü seçmeyi tercih ediyor. Hatta kimi zaman aynı ünlü iki üç ayrı firmanın reklamlarında oynayarak, algıda karmaşa yaratabiliyor. Gezi’nin pazarlamacılara ilham vereceği bir konu da renkli karakterler… Hemen saymaya başlayalım: kırmızılı kadın, sapanlı teyze, suya karşı kollarını T şeklinde açan kız, gitarist çocuk, Alman piyanist, duran adam… Karakterlerin her biri adeta bir Fellini ya da Almodovar filminden çıkmış gibi... 

Çevrecilik: Sürdürülebilirlik pek çok ülkede ön plana çıkan oldukça önemli bir akım. Çevre bilinci, doğa sevgisi çoğu global firmanın sosyal sorumluluk projelerinin odak noktasında yer alıyor. Ülkemizdeki hassasiyetin de beklenenden çok daha yukarıda olduğunu görmüş olduk eylemler sayesinde. 

Son çıkarım: Bugün şirket gündeminizde olmasa bile doğayı, sürdürülebilirliği, çevreyi destekleyen inisiyatifler geliştirmek için hala geç değil…