AB Edebiyat Ödülü Birgül Oğuz’a



“Fasulyenin Bildiği” ve “Hah” adlı öykü kitaplarıyla tanıdığımız Birgül Oğuz, 2014 Avrupa Birliği Edebiyat Ödülü’ne layık görülen 13 yazardan biri oldu.

Avrupa’da gelişme gösteren yeni yazarlara verilen Avrupa Birliği Edebiyat Ödülü’nün sonuçları Uluslararası Frankfurt Kitap Fuarı’nda açıklandı. Birgül Oğuz, Hah ile (Metis) ödüle layık görülen 13 yazardan biri oldu.

Kazananlara ödülleri 18 Kasımda Brüksel’de düzenlenecek törende verilecek. Yazarlar ayrıca 5’er bin euro da alacak. Bu yılki ödülü Oğuz’un yanı sıra Ben Blushi (Arnavutluk), Milen Ruskov (Bulgaristan), Jan Nemec (Çek Cumhuriyeti), Makis Tsitas (Yunanistan), Oddny Eir (İzlanda), Janis Jonevs (Litvanya), Armin Öhri (Liechtenstein), Pierre J. Mejlak (Malta), Ognjen Spahic (Karadağ), Marente de Moor (Hollanda), Ugljesa Sajtinac (Sırbistan) ve Evie Wyld (İngiltere) aldı.

Ölümün nefesi vuruyor suratınıza

Çağlayan Çevik, Hah’ı  şöyle anlatıyor: “Sizin hiç babanız öldü mü? / Benim bir kere öldü kör oldum / Yıkadılar aldılar götürdüler / Babamdan ummazdım bunu kör oldum”. Türk şiirinin büyük isimlerinden Cemal Süreya’nın şiirinden başka bir şey, bu kadar iyi anlatamaz Hah’taki öyküleri.

Birgül Oğuz’un öykülerini okumaya başladığınızda ölümün nefesi vuruyor suratınıza. Soğuk, karanlık, iç sıkan, sürekli yutkunduran… Ağzınızda çiğneyebileceğinizden büyük bir lokma varken ağlamaya başladınız mı hiç? Bir ölüm de olabilir sebebi, bir ayrılık da. Önemli değil. Ağlayamazsınız, yutamazsınız da lokmanızı, damarlarınızın şiştiğini hissedersiniz. Nefes almak mı, hak getire. Öyle giriyorsunuz Hah’taki öykülere.

Sonrası daha beter. “Bindokuzyüzeylül” senesinde başlayan hayat sıkıntılarının bugünkü iç sıkıntılarının müsebbibi olduğu kahreden ömürler. Bütün manzarayı ağlamaktan kızarmış gözlerle izlediğiniz bir anlatım. Ağlama dediysem, sinirden ağlamak bu. Nefreti daha da hiddetlendiren. Kime mi? Hayata, kadere, anaya, babaya, akrabaya, sokaktaki “etkafalılara” en sonunda kendine hattâ. Oğuz, Hah’ta yasla yazmaya başlamış ilk harfini. Kişisel olarak, en başta da işaretini verdiğimiz üzere, “baba ölümü”nün etkisiyle bakıyor dünyaya. Ama sadece babasını veya baba ölümünün onda yarattığı “bireysel” hüznü anlatmıyor bize. Ki hüzün değil öykülere sinen, asla! Her öyküde biraz daha derinden vuran dili ise özellikle müthiş.

Birgül Oğuz’un öykülerini okumaya başladığınızda ölümün nefesi vuruyor suratınıza. Soğuk, karanlık, iç sıkan, sürekli yutkunduran… Ağzınızda çiğneyebileceğinizden büyük bir lokma varken ağlamaya başladınız mı hiç? Bir ölüm de olabilir sebebi, bir ayrılık da. Önemli değil. 

Ağlayamazsınız, yutamazsınız da lokmanızı, damarlarınızın şiştiğini hissedersiniz. Nefes almak mı, hak getire. Öyle giriyorsunuz Hah’taki öykülere.

Sonrası daha beter. “Bindokuzyüzeylül” senesinde başlayan hayat sıkıntılarının bugünkü iç sıkıntılarının müsebbibi olduğu kahreden ömürler. Bütün manzarayı ağlamaktan kızarmış gözlerle izlediğiniz bir anlatım. Ağlama dediysem, sinirden ağlamak bu. Nefreti daha da hiddetlendiren. Kime mi? Hayata, kadere, anaya, babaya, akrabaya, sokaktaki “etkafalılara” en sonunda kendine hattâ. Oğuz, Hah’ta yasla yazmaya başlamış ilk harfini. Kişisel olarak, en başta da işaretini verdiğimiz üzere, “baba ölümü”nün etkisiyle bakıyor dünyaya. Ama sadece babasını veya baba ölümünün onda yarattığı “bireysel” hüznü anlatmıyor bize. Ki hüzün değil öykülere sinen, asla! Her öyküde biraz daha derinden vuran dili ise özellikle müthiş.