Almanlar’ın büyük yazarı Lenz öldü



Çağdaş Alman edebiyatının mimarlarından Siegfried Lenz 88 yaşında, Hamburg’da yaşama veda etti. Lenz’in yaşlılığa bağlı sebeplerden öldüğü sanılıyor.

Lenz, 1926'da Doğu Prusya'daki Lyck'de doğdu. Askerliğini 1943-1945 yılları arasında donanmada yaptı. II. Dünya Savaşı’nın bitiminden kısa süre önce Danimarka'ya kaçarken İngilizlere esir düştü. Savaştan sonra serbest bırakıldı. 1946-1950 arasında Hamburg Üniversitesi'nde felsefe, İngiliz dili ve edebiyatı eğitimi aldı. Öğrenimini yarıda bırakarak Die Welt gazetesinde muhabirlik yaptı, ardından yine aynı gazetede kültür ve edebiyat sayfası sorumlusu olarak çalıştı. Yazarlığa 1951 yılında başladı.

1952'de Nazilerin zarar verdiği Alman diline ve edebiyatına eski saygınlığını kazandırmak amacıyla kurulan ve yazarın toplumsal yükümlülüğünü vurgulayan edebiyat topluluğu Grup 47’ye katıldı.

Günter Grass'la birlikte SPD (Alman Sosyal Demokrat Partisi) saflarına katıldı ve Willy Brandt’ın doğu politikasını destekledi. 1970'de Brandt'ın daveti üzerine, Almanya-Polonya Antlaşması'nın imzalanması vesilesiyle Grass'la birlikte Varşova'ya gitti. 1973'te Alman Dil ve Edebiyat Akademisi üyeliğine seçildi.

Roman, deneme, öykü dallarında ürünler veren, radyo ve sahne için tiyatro oyunları yazan Siegfried Lenz pek çok saygın ödüle değer görüldü. Aldığı önemli ödüller arasında 1961 Bremen edebiyat ödülü, 1979 Andreas Gryphius ödülü, 1984 Thomas Mann ödülü, 1988 Alman Yayıncılar ve Kitapçılar Birliği barış ödülü ile 1999 Frankfurt şehri Goethe ödülü sayılabilir. Son olarak 2003'te Johann Wolfgang von Goethe altın madalyası ile onurlandırılan yazarın yapıtları bugüne kadar Türkçe de dahil olmak üzere otuzdan fazla dile çevrildi.

Lenz’i, Selim İleri’nin temmuz ayında Radikal Kitap'ta yayımlanan yazısıyla anıyoruz.   

Suçlular Çağı Suçsuzlar Çağı... Yıllar önce İstanbul Devlet Tiyatrosu’nun Maksim Sahnesi’nde oynanmış bir oyun. Seyretmedim. Ama Sezer Duru’nun çevirisinden okudum bu tiyatro eserini. Yazarın adı Siegried Lenz. O zaman bu ad aklımda kalmış mıydı, hatırlamıyorum.

1970’lerin sonunda üç arkadaş, Ali Bozok, Mehmet Tim ve ben bir yayınevi kurduk: Günebakan Yayınları. Şüphesiz bir hevesti. Ama kitaplar tutkunuydum; Tim’i –aramızda adı Tim’di-, Ali’yi ben kandırmış olmalıyım. İlk kitap Kanlı Söylenti. Lenz’in bu romanını Tim, İstanbul  Erkek Lisesi’nde öğrenciyken okumuş. O çevirmek istedi.

Redaksiyonu ben yaptım ve uzun süre Lenz’in üslûbuyla yaşadım; büyük bir üslûp. Diyebilirim ki, roman sanatı konusunda birçok şeyi Lenz’den öğrendim. (Aynı eseri Zeyyat Selimoğlu da dilimize çevirmiştir.) Kanlı Söylenti, İkinci Dünya Savaşı’nın korkunç yıkımları çevresinde, cepheden uzak, yine de yıkımlı, yıkıcı bir romandı.

Günebakan Yayınları küçücük bir kapitalle kurulmuştu, Kanlı Söylenti hiç satmadı. O günlerde Brecht’i ‘keşfetmeseydik’ çarçabuk batacaktık. Gerçi bir iki yıl sonra battık...

Bir iki yıl sonra, Ahmet Cemal’in yönettiği Yazko Çeviri dergisinde Lenz’in “Gogol Gibi”si yayınlandı. Çevirmeni ne yazık ki unutmuşum. Kısa ve olağanüstü güzellikte bir öyküydü. Yazar, Almanya göçmeni bir Türk ailesinin, gurbetteki yadırgalarını dile getirmişti. Öyle bir dile getiriş ki, adlarını anmayacağım, o zamanlar anlı sanlı kimi yazarlarımızın kaba yaklaşımlarından çok uzak, çok daha derinlikli.

Siegfried Lenz’i hiçbir zaman unutmadım, aklımdan çıkaramadım. Yeniden karşılaşmamız için yıllar geçecekmiş. Ayşe Sarısayın’ın çevirisinden Ekmek ve Oyunlar yayınlandı. Bu, tek paragraflı romanı –itiraf ediyorum- çok sevmedim.

O dönemlerde Almanca Dersi’nin büyük süksesi bütün dünyada yankılandı, Lenz’in yeni romanı. 
Lenz, kendisi, bu sükseye şaşırıyor, bir yanlışlık mı yaptım diye soruyordu.

Sonra Ayşe’yle arkadaş olduk. Almanca Dersi’ni Can Yayınları için çevirmek istiyordu. Ama zaman geçti, çevirmedi. Epey sonra sorduğumda dilinin, anlatımının zorluğundan söz açtı. Bir zaman daha geçti, Ayşe’ye ısrar ettim; bu kez Everest Yayınları için çevirdi. Biliyorum, çok uğraştı; ne var ki, çeviri edebiyatımıza bence bir başyapıt armağan etti.

Şimdi Lenz’den Saygı Duruşu’nu okuyorum, yine Ayşe Sarısayın’ın inanılmaz güzellikteki Türkçe’sinden (Everest Yayınları). Kısa bir roman Saygı Duruşu, hepi topu 92 sayfa. Bununla birlikte özümsene özümsene okunması gereken bir roman. Hemen her tümcesinde durakalıyor, billûrlaştırılmış anlatımla ödeşiyorsunuz. İngilizce öğretmeni Stella’ya duyulmuş ‘ilk aşk’ sizi de ilk aşkınıza savuruyor.

Lenz, benim için, çağımızın en ince, en usta yazarlarından biri. ‘İlk aşk’ gibisinden beylik, hatta eskimiş, ekşimiş bir konu, onun kaleminden olanca yaşanmışlığıyla anlam kazanıyor. O, Lenz, danslarla bezenmiş şenlik geceleri anlatıyor; siz, aman ne kadar bildik! derken, kendi ilk aşkınızın bütün coşkularına fırlatılıp atılıyorsunuz.

O kadar ki, keşke ben de bahar selimi yazabilseydim diye düşündüm. Yazmaya karar verdim, yazmayacağımı, yazamayacağımı bile bile. Gelgelelim yine de düşündüm, özendim.

1926 doğumlu Lenz’in son romanı galiba Saygı Duruşu. Vardığı noktanın böylesine yalın –ve bir yandan da ‘yalçın’- oluşuna büyülenip kaldım. Çok çabuk sıradanlaşabilecek ilk aşk, ilk yakınlaşma, Lenz’in anlatışıyla iç yakıyor.

Uzakta, geçmişte, çok uzak bir geçmişte kaldığını sandığınız, bir daha asla yaşanamayacağını bildiğiniz ilk aşk, demek hiç dinmiyor...